
Hasan TEPE
İNSAN ve CEMİYET ÜZERİNE 1
Sâdi Şirazî 'ye sormuşlar; İnsan nedir? “Yek katre-i hûnest, sâd hezârân endîşe..” “Bir damla kan ve bin bir endişe..” demiş. Bu dünyayı asıl yurt edinenler için çıkmaz sokak, endişe yeri...
Bu dünyayı yurt edinen ve bu dünyaya kalıcı/ebedi olarak yerleştiğini düşünenler maddi ve manevi hastalıklara düçâr oldular tarih boyunca.
Bu dünyaya geldim gitmeye diye düşünenler de sadece ahiret kaygısıyla havf ve reca arasında yani ümit ve korku arasında bir yaşam sürdüler, elem ve kederden uzak durdular.
İnsan ve Cemiyet, birbirinden ayrılmaz et ve kemik gibidir.Et ve kemik nasıl bir vücudu ayakta tutuyorsa, İnsan ve cemiyette bir medeniyeti ayakta tutan, yaşatan değerlerdir.
Tarih boyunca varoluş gayesini unutmamış tüm cemiyetler, kendilerine özgün maddi ve manevi medeniyetlerini inşa etmişler ve kendi değerleri etrafında mücadele etmişlerdir.
13.Yy Anadolu'sunda Sosyo-külturel ve Sosyo-iktisadî bunalım geçiren Müslümanlar varoluş gayesinden hiçbir zaman taviz vermeden Anadolu'nun Batı uçlarına göç ettiler. Bu sosyo-iktisadi bunalım döneminde İslami çizgiden sapmayan Cemiyet; Mevlana gibi, Yunus Emre gibi, Hacı Bektaş-ı Veli gibi çok değerli mutasavvıfların ortaya çıkmasını sağladı.Cemiyet bu ortaya çıkan büyük şahsiyetlerin varlığı sayesinde ayakta durdu ve adeta bu şahsiyetlerle nefes aldı ve hayat buldu.Bu şahsiyetler cemiyetin bünyesini muhafaza ederek, Cemiyeti maddi ve manevi değerleriyle beraber bir sonraki çağa bozulmadan aktarılmasının görevini yerine getirdiler.
Tarih boyunca Cemiyet sağlam oldukça büyük şahsiyetler ortaya çıkmış, büyük şahsiyetler ise cemiyeti ayakta tutmuş ve bünyeye kurtçukların girmesini engellemiştir.
Vahiy inancı ve Nebevi kültürden beslenen bütün cemiyetler, kadim geleneğimizde varoluş gayesini unutmadan hiçbir toplumun değerlerine boyun eğmemişlerdir.
Bir cemiyetin asıl büyüklüğü ve kıymeti asli değerlerine olan bağlılığı ölçüsündedir.
Cemiyet mayalandığı değerleri unuttu mu asıl bozulma o zaman başlar?
A.H.Tanpınar'ın "Fırtınaya karşı yaprak değil, kökünü toprağın derinliklerine salmış olan çınar dayanır" sözünü hatırlamakta fayda var. Çınar ağacı toprağın derinlikleriyle irtibatını kesmediği sürece, fırtınanın şiddeti ne olursa olsun ayakta kalacaktır.
Köklerle irtibat kesilmediği müddetçe hiçbir ahlakı iktisadi ve sosyo-külturel bunalım cemiyetin ayarını bozamaz.
Köksüzlük, bütün fırtınaların işini kolaylaştırır.Köksüzlük, ruhsuzluktur.
Cemiyet; tarihinden sanat eserlerinden geleneklerinden ve milli kültür bağlarından irtibatını koparmamalıdır.
Varlık ve tarihsel cevherimizi yitirdiğimizde geriye maddi değerlerden başka bir şey kalmayacaktır.
Cemiyet; yeniye, yeni olana ve çağa ışık tutacak, yeninin taraftarı olacak fakat eskiye/köklere bağlı kalacaktır.
Cemiyet;Çağın bin başlı muamma gibi durduğunu idrak edecek, kendini ve hakiki şahsiyetini kaybetmeyecektir.
İnsanı ağaca, cemiyeti de toprağa benzetecek olursak eğer, ağaç güneşte serpilir fakat toprağın bağrındaki kökü ile beslenir. İnsanoğluda şahsiyetini ancak içinde yaşadığı Cemiyet ile idrak eder.
Cemiyetin İnsan karakteri ve şahsiyetini inşa etme rolünü gözardı etmemek lazım.
Genel itibariyle bu çağda İnsan artık ailenin değil, cemiyetin çocuğudur.İçinde yaşadığımız Cemiyet kendi öz kimliğini yitirmiş durumda. Cemiyette "Köksüzlük ve Kimlik yoksunluğu" meselesi ontolojik açıdan bakıldığında tarihin hiçbir döneminde bu kadar ciddi bir mesele haline gelmemişti.
1839 Tanzimat Fermanından itibaren yüzünü Garp Medeniyeti ve kültürüne çeviren cemiyetimiz tarihin hiçbir döneminde bu kadar ruhsuz bir kasvete bürünmemişti.
Belki de bu kadar yükseklerden uçtuğumuz içindir ki kanatlarımız kırıldı.
İnsan ve Cemiyet, içinde bulundukları an'ın ve zamanın israfını yapmakta adeta birbirleriyle yarışır haldeler.
İnsan ve cemiyet, an be an erimekte, gün be gün tükenmektedir. Büyük bir bataklıkta yavaş yavaş boğulmaktadır.
Garbın kasvetli havasını teneffüs ettiğimizden beri Terakki hayallerimiz bitmiyor.Madde ve eşya etrafında şekillenen hayatlarımız var.Çok eşyaya sahip olmaktan geçiyor artık insanın kıymeti.Cemiyet kişi başına düşen gelire göre medeni toplum ya da gelişebilir/gelişmekte olan toplum olarak değerlendiriliyor.
Yani biz, "Batı'nın değerleriyle" kendimize değer biçiyoruz.
Teşhis bizde değil Garp'ta diye kendimizi inandırmışız iki asırdır.
İki asırdır belirlediğimiz teşhis doğru ancak tedavi yöntemimiz, bu cemiyetin bünyesine uygun bir tedavi yöntemi değil!
Cemiyetin mi şirazesi koptu yoksa İnsanın mı?
Cemiyetin, İnsanı inşa edecek tarihsel rolü kaldı mı acaba?Yıkılan bend'lerimizi, su alan gemimizi kim onaracak?
Yoksa gemimiz su almaya devam mı edecek?