
Hasan TEPE
MODERN KENTLER ve İNSAN ÜZERİNE 1
20. Yy'da Modern kentler sanayi devrimini gerçekleştiren Batı'da yavaş yavaş yükselmeye başladı. Başta Amerikanın New York şehri olmak üzere Londra, Paris gibi Batı'nın entelektüel değeri yüksek! şehirlerinde toplu yaşam alanları denilen yüksek katlı apartman sistemine dayalı kentler yavaş yavaş büyümeye başladı.
Önce buralarda fabrika işçileri için toplu yaşam alanları inşa edilmeye başlandı. Sabahın erken saatlerinde kalkan sadece üretim için çalışan, hayattan kopuk yaşayan işçilerin güvenliği için! yeni yaşam alanları denilen toplu konutlar bu amaçla artmaya başladı. New York ve bazı büyük şehirlerde artan bu toplu yaşam alanlarında yapılan araştırmalarda yüksek binaların artmasıyla komşuluk ilişkilerinin zayıfladığı, insanların birbirlerine daha az değer verdiği görülmektedir.
Modern kentlerde yükselen binalar artık gurur ve kibrin simgesiydi.
İnsan nefsinin aşırılığı, Batıdaki "Bireycilik" kavramının "toplumsal"lığın yerini alması, bireyin kendini yeni eserlerle sürekli kanıtlama ihtiyacı hissetmesi, kentlerdeki mütevazi yaşam alanlarının yerini gurur ve kibre bırakan devasa yapılara bırakmak zorunda kaldı.
İnsan, nefsinin esiri oldukça ve nefis/ego da Batı'nın ayartıcı kavramlarıyla hareket ettikçe Doğunun bütün geleneksel yapıları yıkılıp yerine insana adeta tepeden kibirle bakan ruhsuz ve merhametsiz yapılar dikildi.
Modern kentler, insanı tüketim çılgınlığına sevk eden pazar yerleri ve alışveriş mekanlarıyla "Modern Köle" haline getirdi.
Modern kentler artık birbirini hisseden değil, başkalarının kalabalığıyla doludur. Bu asrın başlarından itibaren Manevi kökünden ayrılmışlığın yerleri olmaya başladı kentler.
Çünkü bu çağın kentleri Batı mühendisleri tarafından tasarlanmıştır. İnsana önem vermeyen, insanın üretim ve tüketim arasındaki bir köle olarak görüldüğü, maddenin insandan daha kıymetli olduğu bir çağın içindeyiz şüphesiz. Batı medeniyeti insana değil insanın gölgesine önem vermeye başladı.
Halbuki gölgeye/sahteye güvenilmezdi.
Batı, ışığını çoktan kaybetmişti. Hatta vicdanını da kaybetmişti. Vicdan ve ışıktan mahrum büyüyen kentler, insanlığa ne derece huzur verebilirdi.
Bu çağın kentleri merhametini kaybetti.
Merhametle, vicdanla, ruhla ve ışıkla yoğrulmayan Batı tarzı kentler insanlığı karanlıklar içinde bırakmaya devam edecektir.
Kentlerde yaşayan insanlar, düşünme melekelerini kaybetmiş, vicdan ve merhametten uzaklaşmış, uzun süre güneşe bakan birinin gözlerini sağlıklı kullanmaması gibi bir durumun içindedirler.
Kent insanı belki de gerçek anlamda kör olmuştur.
Göz hem bir iman hemde hükmetme organı olduğuna göre hakikatten mahrum olan gözler sadece maddi olana alışacak ve ışıktan rahatsız olacaktır.
Büyüyen dünyevi kentler göklerle irtibatını kesti.
Hayata kâr-zarar cephesinden bakılmaya başlandı.
Ölçü kaybedildi.
Ölçü Kur'andı,sünnetti. Komşusu açken tok yatan bizden değildir ahlakı unutuldu.
Halbuki bu hadisi şerif,İslam Medeniyetinin vazgeçilmez temel prensibiydi.
Hazreti Ömer (r.a.) 'Dağlara buğdaylar serpin. Müslüman ülkede kuşlar aç demesinler' sözü inancımızın sadece insana değil yaratılan bütün mahlukata değer verildiğini gösteriyor. Yüzyıllar böyle devam etti. Biz Batı tarzı hayat anlayışına/modasına kapıldığımızdan beridir evlerimizde,sokaklarımızda ve kentlerimizde mutlu değiliz. Modern insanın sığınak arayışı huzursuzlukla sonuçlandı.Çünkü İç ve dış arasındaki denge kaybedildi. İnsan tercihini dış'tan yana kullandı. Toprakla irtibat kesildi. Toprak;insanın ham maddesi, özü,asıl yaşam kaynağıdır. Öz bozuldu, bağlanacak liman yitirildi.
Dünyevi bir kentte kutsal bir tasarım nasıl olabilirdi?
Şuraya kadar şunu söylemek yerinde olacaktır. Batının besleyip büyüttüğü modern kentler İnsan karakteri üzerinde biçim vermeye başladı. Benlikle mekan arasındaki etkileşim mekan lehine sonuçlandı. İnsan, kendi benliğindeki saf metafizik duyguları yitirip ruhsuz ve merhametsiz başka bir yaratığa dönüştü. Konfor alanları arttıkça İnsan çürümeye başladı. Çürüme ise insandaki vicdan ve merhamet melekelerinin yok olmasına sebep oldu.
Bu çağda İnsan, kendine yetişememektedir. Yetiştiği herşey, kendi dışındadır.
Kendine gelmek ve kendi olmak bu çağın insanının çok uzağındadır.
Batı insanı, tabiata merhamet gözüyle bakmaz.Batı toplumunun inşa ettiği mekanlar monoton mekanlardır. Bu mekanlar insanın sadece kendi için yaşadığı kendi dışındaki herkesin yabancı sayıldığı yerlerdir. Rousseau'ya empati üzerine insanların başkalarına acımayı nasıl olanaklı gördüklerini sorduklarında "kendilerini kendilerinin dışına taşıyarak, kendilerini acı çeken kişiyle bir tutarak diye yanıtlar.
Kentler, empati duygularını kaybetti.
Sadece 'bilgi' üzerine inşa edilen kentler, insanların çektiği acıyı, ızdırabı hissedemez ve zamanla empati yeteneğini kaybederler.
Bu durumu Adam Smith öz elleştiride bulunarak şöyle söyler;Biz modernler, bilgiyle ne kazandığımızı tahayyül edemez olduk; o bilgi yüzünden, sürekli duygusal heyecandan yoksun kaldık. Bu ciddi bir itiraftır. Bilgiyle şehirler yükselebilir ancak tevazu ile şehirlerin ömrü uzayabilir.